Bu rapor; 2011 yılında, o zamanki adıyla Devlet Planlama Teşkilatı’nda stajyer olarak çalışan Hatice Yıldırım ve Gülben Durmaz’ın yoğun ve disiplinli çalışmasıyla ortaya çıkmıştır.
Çalışmanın amacı; kamu-STK ilişkisinde gelinen noktada, “Kamuda Yönetişim ve Sivil Toplum Kuruluşları” adlı araştırma kapsamında kamu hizmeti veren bir kurum pilot seçilerek, kurum personelinin yönetişime eğilimi ve sivil toplum gibi çok sesli yapılara bakış açısının belirlenmesidir. Bu çalışma Devlet Planlama Teşkilatı’nın (DPT) “uzman” kadrosunda görevli 23 personelle yapılan görüşmeye dayanılarak hazırlanmıştır. 6 genel müdürlükten 5’inde görevli personelle yapılan görüşmede “yönetişim” ve “sivil toplum” konusundaki genel kanının belirlenmesine yönelik 8 soru hazırlanmış ve bu sorulara verilen cevaplara göre bir değerlendirme yapılmıştır. Soruların genel çerçevesi Devlet Planlama Teşkilatı’ndaki görevler, yürütülen projelerde kamu dışında kalan paydaşlara (özel sektör, STK’lar) yaklaşım, sivil toplum kuruluşlarına duyulan ihtiyaç, sivil toplum kuruluşları önündeki engeller ve bu engellerin çözüm yolları, sivil toplum kuruluşlarının kamu tarafından desteklenmesi fikri, düşünce kuruluşlarına yaklaşım ve onlardan faydalanma gibi unsurları kapsamaktadır.
Uzmanlardan alınan görüşler, şu başlıklar altında kümelenebilir:
Kurum İçinde Yürütülen Faaliyet
Kurum içindeki sektörlerin farklılığı baz alındığında; sosyal sektörlerin iktisadi sektörlere nazaran diğer paydaşlarla daha çok ilişki içinde olduğu söylenebilir. Bunda sosyal sektörlerin, toplumun tüm kesimini kapsayacak politika oluşturma yükümlülüğü altında olmalarının payı büyüktür. Planlama ve programlama döneminden önce taleplerin belirlenmesi amacıyla kurulan Özel İhtisas Komisyonlarınca gerek özel sektör gerekse üçüncü bileşen olan sivil toplum kuruluşları sürece dahil edilmektedir. İktisadi sektörlerde ise durum biraz daha farklıdır.
Sivil Toplum Kuruluşlarına Duyulan İhtiyaç
Genel eğilim sivil toplum kuruluşlarının sürece dahil edilmesi yönündedir. Sivil toplum kuruluşları ağırlıklı olmak üzere özel sektör, çıkar grupları vb. gibi oluşumlarla da fikir bazlı ortaklığın olması bir “zenginlik” olarak nitelendirilmektedir. Sivil toplum kuruluşları; sahada yer almaları, alt detayları kamuya göre daha iyi bilmeleri, kimi konularla uzun süredir ilgilenmeleri nedeniyle daha tecrübe olmaları ve toplumla daha fazla iç içe yaşamaları dolayısıyla üretilen politikaların yol göstericisi vasfını taşımaktadırlar. Sivil toplum kuruluşlarının kamuya sağladığı girdi; planlama ve programlama aşamalarında kullanılmakta, gerekli değerlendirmeler yapılarak ve kamu bakış açısı da eklenerek somutlaşmaktadır. Bu yönüyle kamu kurumlarında sivil toplum kuruluşlarının fikirleri dikkate alınmakta ve önemli bir ihtiyacı karşılamaktadır. Bir uzman görüşüne göre, politikalar STK’lar tarafından yapılmalı, devlet sadece koordine eden taraf olmalıdır. İşin, “operasyon” ve “taktik” kısmı DPT tarafından, “strateji” kısmı STK’lar tarafından oluşturulmalıdır.
Bir uzmana göre de; “Eşyanın tabiatı gereği, devlet başta ve işin içinde daha fazla olmalıdır.”
STK’lara ihtiyaç duyulması konusunda uzmanlar arasında aykırı bir görüş de mevcuttur. Bu görüşe göre, özellikle çevre örgütlerinin işlevsel olmadığı, yardımdan ziyade işleyişin bozulması, işin görülmemesine neden oldukları için faydasız kabul edilirler.
Sivil Toplum – Kamu İlişkisi
Sivil toplum ve kamu kurumları arsındaki ilişkilerin iç içe geçmiş olduğu genel bir kabul şeklini almıştır. Ancak uzman görüşleri her iki grubun da birbirlerine çözüm odaklı yaklaşmadıklarını göstermektedir. Gerek sivil toplum kuruluşlarının gerekse kamu kurumlarının aslında aynı amaca yöneldikleri fakat hep zıtlaşma içinde oldukları ve dolayısıyla sağlıklı çözümler üretemedikleri yaygın cevaplar arasındadır. Bu kopuklukta suçun her iki tarafta da olduğunu belirten uzmanlar temel nedenin sivil toplumun kamuyu çok formal görmesi, kamunun ise sivil toplumun samimiyetine güvensizliği olarak yorumlamaktadırlar. Aynı dili konuşamamanın verdiği kopukluk nedeniyle problemlerin çözümünün oldukça zorlaşmakta olduğu sonucuna varılmaktadır. Bir uzmana göre, STK’lar rantçılar ve bu sebeple de kamu yararına çalışamazlar. Buradan yola çıkarak Türkiye’de özel sektörün ve sivil toplum kuruluşlarının kamu politikalarının oluşturulması sürecine yeterli katkı sağlayamadıkları, kapasitelerini verimli kullanamadıkları sonucuna ulaşabiliriz. Hemen hemen tüm uzmanlar rekabetten ziyade dayanışmanın gerektiğini vurgulamaktadırlar. Uzmanların büyük bir kısmı, kamunun sivil toplumu desteklemesi görüşündedirler. Bu desteğin bir sonucu olarak da, sivil toplumun gelişerek kamuyu da geliştireceği düşüncesi hakimdir. Fakat kimi uzmanlara göre, sivil toplum kuruluşları kamu tarafından desteklenmemelidir. Çünkü sivil toplum, devlet dışında kalan alandaki örgütlenmedir ve kamu hiçbir şekilde ona müdahale, destek, yardım gibi faaliyetler içerisinde bulunmamalıdır. Sivil toplumun kuruluşlarının “sivil” kalması için, devlet elinin bu kesme dokunmaması gerekir.
Bir DPT uzmanına göre, STK’laşma süreci sosyolojik olarak ele alınmalıdır. Öyle ki; kendi aile içindeki problemleri halledememiş, birey olamamış kişilerin; sivil toplumu oluşturması ve örgütlenerek toplum için faydalı şeyler yapmaları, yönetimin bir parçası olmaları beklenemez.
Kamu- sivil toplum ilişkisinde hangi tarafın ağırlıklı olması gerektiği konusunda da çeşitli görüşler mevcuttur. Ancak hakim görüş ağırlığın projeye ve çalışılan sivil toplum kuruluşuna göre değişmesi gerektiği yönündedir. Sivil toplumun tam bir olgunluk aşamasına erişemediği düşünüldüğünden kamunun her zaman sürece dahil edilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Bu dahiliyet her aşamada ya da en son denetim aşamasında kendini göstermelidir. Ancak sivil toplum istenilen düzeye ulaşsa bile ilişkilerinin iç içe geçmişliğinden dolayı kamu yönetim birimlerinin hep var olacağı da savunan görüşler de mevcuttur. Yürütülen proje gereğince teknik uzmanlık ya da alan bilgisi gerektiren çalışmalarda ilgili sivil toplum kuruluşlarının ağırlıklı olması kabul görmektedir. Halihazırda bulunan durumun ötesine geçilmesi ve sivil toplumun bilgi birikimi ve tecrübelerinden daha fazla yararlanılması gerektiği vurgulanmaktadır. En azından sivil toplum kuruluşları planlama ve programlama döneminde üstlendikleri “danışmanlık” vasfını daha doyurucu olarak yerine getirebilmelidirler. Bu durum gerek ülkedeki demokrasi kavramının gelişmesinde ve tam anlamıyla hayata geçmesinde gerek Avrupa Birliği sürecinde önem arz etmektedir. Bunun sağlıklı bir şekilde işlemesi için de işbirliği konusundaki görev paylaşımı netleştirilmeli, kamu yapamadığı şeyleri diğer paydaşlara devretmelidir. İçinde bulunulan durum için önerilen en pratik yöntemse kamunun sivil topluma belli çerçeveler çizip, yürütme aşamasında sivil toplumu etkililik, etkinlik ve performans denetimine tabi tutmasıdır. Ancak bunun da aşama aşama keskin ayrımlara tabi olmaması, gerektiğinde kamunun tüm aşamalarda yer alması gerektiği vurgulanmaktadır. İstisnasız olarak “sivil toplum” algısının yerleştirilmesi desteklenmekte ve bu doğrultuda sivil toplumun palazlanmasına ve kamuya denk bir danışma mercii haline gelmesine karşı çıkılmamakta, olumsuz bir durum olarak nitelendirilmemektedir.
Sivil Toplumun Gelişmesi Önündeki Engeller
Çok farklı cevaplar verilmekle birlikte ağırlıklı olarak verilen cevaplar şu yöndedir:
- Kamunun, sivil toplum kuruluşlarına duyduğu güvensizlik ve bunun sonucunda gerekli desteği esirgemesi
- Sivil toplum kuruluşunun finansman desteğini sağlayan kurumun güdümü altında olduğu ya da bağımsız olmadığı düşüncesi
- Sivil toplum kuruluşlarının “sivil toplum” bilincinden yoksun oluşları
- Sivil toplum kuruluşlarının nitelikli eleman eksikliği
- Sivil toplumun kurumsallaşmış bir yapıya sahip olmaması ve oturmuş bir organizasyonlarının olmaması
- Sivil toplumun fikirsel ve hedefsel sapmalar gibi manipülasyonlara açık olması
- Sivil toplum kuruluşlarının art niyet güdebilmeleri
- Hesap verebilirlik ve şeffaflık kriterlerinin net olmayışı
- Sivil toplum kuruluşlarının bakış açılarının objektif olmaması
- Kimi zaman sivil toplumun rant peşinde koşması
- Sivil toplum kuruluşlarının yanlış mevzuat uygulamaları
- Medyanın sivil topluma gereken ilgiyi göstermemesi olarak sıralanabilir. Sivil toplum kültürünün demokrasi kültürüyle paralel gelişmekte olduğunu düşünen bazı uzmanlar, gelenekçi devlet yapısının sivil toplum önünde bir engel teşkil ettiği görüşündedirler. Diğer bir grup uzman da kamunun sivil topluma engel teşkil etmediğini, sivil toplumun kamu hiyerarşisi içinde olmadığından kamunun engellemesi gibi bir durumun söz konusu olmadığı görüşündedirler. Yukarıda sayılan birçok nedeni de dayanak alarak, sivil toplumun gelişememesinin nedenlerini sadece sivil topluma bağlamaktadırlar. Ayrıca “yönetişim” kavramının yaygınlaşmasıyla da sivil toplumun kamu tarafından daha desteklenir hale geldiği düşünülmektedir. Sivil toplumun her şeye itiraz eden asi çocuk rolünü üstlenmesi ve yeni fikirler üretmek namına çok fazla şeyler yapmaması temel nedenler arasında gösterilmektedir. Ayrıca sivil toplum kuruluşlarının bir başka engeli, kamuyu “monoblok” olarak görmesinden kaynaklandığını savunan görüşler de mevcuttur. Sivil topluma en büyük desteği veren kalkınma ajansları ile sivil toplum kuruluşlarına engel çıkaran bazı kamu kuruluşları ve valilik gibi kurumların da aynı “kamu” olarak görülmesi dolayısıyla tüm kamuya olumsuz bir nitelik yüklenmekte ve işbirliği içinde olan kurumların da üstü çizilmektedir. Sivil toplumun bu bakış açısından kurtulması gerektiği savunulmaktadır.
Düşünce Kuruluşları
Uzmanlara göre sivil toplum kuruluşlarındaki birçok problem düşünce kuruluşları (think-thank) için de geçerlidir. Uzmanların geneline göre düşünce kuruluşlarının çalışmaları bir yeterliliğe ve beceriye sahip değildir. Yurt dışındaki oluşumdan farklı işleyen düşünce kuruluşları, genel olarak güdümlü ve bağımlı bir çalışma içerisindeler. Herhangi bir grubun desteğini almadan ayakta duramamakta, çalışma yapamamakta ve bilgi üretememekte; bu desteklenme durumu da haliyle çalışmaların sonucunu doğrudan etkilemektedir. Tüm bu problemlerin aşılması gerektiği, zira düşünce kuruluşlarının gelişim için gerekli olduğu düşünülmektedir. Araştırmayı, öğrenmeyi teşvik ettikleri için genel olarak desteklemektedirler. Bu tarz kuruluşların gelişmesiyle Devlet Planlama Teşkilatı’nın iş yükünün azalacağı ve çok sesliliğin daha kapsamlı ve işe yarar hale geleceği savunulmaktadır. Bu durum genel olarak bir artı değer olarak yorumlanmaktadır. Ancak bunun için halihazırda bulunan düşünce kuruluşlarının kendilerini geliştirmeleri, birtakım bağımsızlıklara sahip olmaları, salt bilgi üretmeye odaklanmaları gibi bazı hususlarda revizyona gitmeleri gerekmektedir. Şu an için hakim olan hava sivil topluma göre daha karamsar bir havadır.
Kamu Yönetim Birimleri Ne Yapabilir?
Kamunun yapması gerekenler konusunda da genel bir yargıya sahip olan uzmanlar, kamu yükümlülükleri konusunda sivil toplum kuruluşlarının niteliğine göre bir rota çizmekten yanadır. Birçok uzman, sivil toplum kuruluşlarının devlet eliyle teşvik edilmesinden yanadır. Bu teşvik sayesinde kamu- sivil ilişkilerinin gelişeceğine ve işbirliğinin artacağına inanılmaktadır. Bu teşvik kimilerine göre katılım oranlarının arttırılması, kimine göre ayni veya nakdi yardım sağlanması, kimine göre ise teknik destek sağlayarak (vergi muafiyetinin sağlanması, nitelikli personel için kamu tarafından eğitici eğitmenliği desteği gibi) gerçekleştirilebilir. Katılımın sağlanmasına yönelik teşviklerde amaç salt katılımı sağlamak olmalıdır. Kamu kurumları, sivil toplumu kuruluşlarına toplantı davetlerini samimi olarak yapmalı, onları misafir değil, ev sahibi kabul etmeli, gelen öneri ve şikayetleri ciddi bir biçimde dikkate alarak politika üretmelidir. Ya da devlet sivil toplum kuruluşları ve diğer paydaşlara yalnızca bir kısırdöngünün içinde kaldığında, çıkış yolunu bulamadığında başvurmamalı; bunu bir gelenek, kurumsal bir politika haline getirmelidir. Ancak bunun için birtakım kriterlerin belirlenmesi, standardizasyonun sağlanması gerekmektedir. Devletin hangi koşullarda işbirliği içine gireceğini belirlemesi gerekmektedir. Ayrıca devlet, kamu kurumları aracılığıyla sivil toplum kuruluşlarını performans denetimine tabi tutmalıdır. Bu yolla hem kamu yararının devletçe korunmaya devam edeceği hem de sivil toplum kuruluşlarının denetim nedeniyle kendilerini hep dinamik tutacakları, sorumluluklarını layıkıyla yerine getirecekleri de önemle savunulan görüşler arasındadır. En başta sivil toplum kuruluşlarının bilinçlenip halkı bilinçlendirmeleri ve bir farkındalık yaratmaları gerekmektedir. Bunun için de sivil toplum kuruluşlarının şeffaflaşması, kamu çıkarını temel hedef haline getirmesi gibi erekler sıralanabilir. Kamu, sürdürmek durumunda olduğu hizmetlerinin üretim ve dağıtımını diğer aktörlere bırakmalı, hizmetlerin planlanması, finansmanı ve denetimi görevlerini üstlenmelidir.
Sivil toplumun dışında devletin de kamu kurumları ayağıyla yapmaları gereken bazı yükümlülüklerin olduğu da kabul edilmektedir. Örneğin; bir uzmanın önerisi Planlama Teşkilatı’ndaki “Sivil toplum kuruluşları” sektörünün yeniden kurulması yönündeydi. Genel görüş, “kamu, sivil toplum kuruluşlarını, gelişmiş ülkelerdeki sivil toplum kuruluşları seviyesine gelene kadar desteklemelidir.” yönündedir. Devletin böylelikle rolünün azalacağı ve demokratikleşme yolunda önemli adımlar atılacağı görüşü de bazı uzmanlarca savunulmakta ve desteklenmektedir. Burada önemli olanın kamu yararını gütmek olduğu vurgulanmaktadır. Azınlıkta da olsa birkaç uzman, sivil toplum kuruluşlarına devlet desteğine çok sıcak bakmamaktadırlar. Bunun nedenini de “devletin hibe ve teşvik programlarıyla kendini idame ettiren sivil toplum kuruluşları, finansman desteğinin kesilmesi korkusuyla kamu ağzıyla konuşmaya başlayabilir, bu da onların niteliklerini kaybetmelerine neden olabilir.” diye açıklamaktadırlar. Kamu sadece dolaylı yolla, yönlendirmelerle müdahale etmelidir. Bunlara örnek olarak da üyeliklerin kolaylaştırılması, personeli geliştirmeye yönelik eğitimler verilmektedir.
SONUÇ
Görüşülen tüm uzmanların vurguladığı ortak nokta; Devlet Planlama Teşkilatı’nın planlama döneminde diğer kuruluşlara göre özel sektör ve sivil toplum kuruluşları ile daha etkin bir işbirliği içinde olduğudur. Planlama Teşkilatı’nın çok sesliliğe diğer kurum ve kuruluşlara göre çok daha açık olduğu istisnasız olarak tüm uzmanlarca vurgulanmış ve buna örnek olarak da Özel İhtisas Komisyonları verilmiştir.
Devlet Planlama Teşkilatı’ndan alınan cevaplara referansla yapılacak olan değerlendirmede; genel olarak kamunun, “yönetim”den “yönetişim”e geçiş konusunda olumlu bir havaya sahip olduğu ancak STK’lar ve düşünce kuruluşlarının yapısı ve yeterlilik düzeyine ilişkin endişe taşıdığı, yürütülen faaliyetlerin el verdiği ölçüde çok sesliliğin kabul gördüğü, eskiye göre kamu ve STK’ların karşılıklı olan önyargılarının kırılmaya başladığı, kamunun sivil toplum yapılanmasının gelişmesi için destek verdiği söylenebilir.
EK.1. ARAŞTIRMADA KULLANILAN SORULAR:
- DPT’de yürüttüğünüz faaliyet hakkında kısa bir bilgi verir misiniz?
- DPT’deki görevlerinizi yürütürken özel sektör ve sivil toplum kuruluşları ile ne tür işbirliği yapmaktasınız?
- DPT’de yürüttüğünüz faaliyetler bakımından önümüzdeki dönemde özel sektör ve sivil toplum kuruluşları ile ne gibi işbirliklerine gitmeyi düşünüyorsunuz?
- Türkiye’de özel sektörün ve sivil toplum kuruluşlarının kamu politikalarının oluşturulması sürecine yeterli katkıyı verdiğini düşünüyor musunuz?
- Halen kamu tarafından yürütülen birtakım faaliyetlerin, DPT özelinde planlama ve hükümete müşavirlik faaliyetlerinin, kamunun etkinliğinin arttırılması ve vatandaşa daha etkin bir şekilde ulaşabilmesi bakımından, sivil toplum kuruluşları eliyle yürütülmesi fikrine nasıl yaklaşırsınız?
- Türkiye’de planlama ve hükümete müşavirlik (think-thank) alanlarında faaliyet yürüten sivil toplum kuruluşları bulunmakta mıdır? Söz konusu kuruluşların tecrübe ve beceri düzeyleri hakkında örnek vererek bilgi verebilir misiniz?
- Türkiye’de sivil toplum kuruluşlarının tecrübe ve becerilerinin arttırılmasının önünde ne gibi engeller bulunduğunu düşünüyorsunuz?
- Kamunun sivil toplum kuruluşlarının tecrübe ve becerilerinin arttırılması için teşvik ve hibe programları yoluyla aktif bir çaba içinde olması gerektiğini düşünüyor musunuz?